DELİREBİLME YETİSİ (Aftermath)

1
Dinle sözümü:"Aşağısı yukarıya benzer."
Bir zamanlar kalptir cehennemde taş diye gördüğün;
Cennetin basamaklarını çıkarken ayağına takılır,
Sonsuza dek kalburüstü yuvarlanırken anlarsın:
O merdivene tersten yazılmış ucube şeydir şiir.

*             *             *

Tanrı yarattığına şirk koşmuş birken iki olmuşuz
Bir mizantropi daha doğurur araf kuyusuna her kadın,
Ancak kobay ruhlar ve edilgenlik üzere işler zaman,
Bir gözyaşı damlasında suyun mutlak şekli vardır
Ve delirebilme yetisi yok olunca akıl baştan gider asıl.

*             *             *

Umudu soluk boruna kaçmadan öksür[ağzında sindir]
Ve hakikatin sevgiyle türbanlandığını gör.
Bırak sağ kolunu sarsın serpentin parıldayan ışığı,
Düz bir çölde birdenbire arkanda hissettiğin dost
Ki deniz kıyısına koşarken bulduğun vahadır o.

2
İçi güneş görmemiş kitaplara ayraç, dökülen kirpiklerce
Rahime giden ayak izlerindeki yarım kalan elmanın hüznü
Bilmem önündeki ağaç mı kapatır manzarayı, gözlerin mi
Rüyanda mırıldanır esas fallus, kasedeki kuyruk sokumu
Ölümün seyir defterindeki sonsuzu bekleyenler listesini.

3
Siyah açan lotusun deminden tat ve şahit ol
Gövdemizden arşa püskürttüğümüz deryada yüzmeyen
Onlarca gönle; bağrımızda türettiğimiz minyatür cennet
Tırnaklarımızla açtığımız sergilemeye ve bütün o silikleşmiş
İlah portreleri, insandan kefen biçtiğimiz, orta sütundaki.

4
Zamanın ötesinden gelen mektuplar, imzasız ve lirik
Okuyanda kilitte kırılmış anahtarın talihi, zeytinliğinde öğleğin
Ki yoktur kapı, bekçinin gölgesinde aralık gördüğü
Açmaya ruhunu satar, beklemez son mektupla geleni:
Ufukta doludizgin, beyaz at üzerindeki çıplak dördüncü.



                                                                         Spring - 2016

EFLATUN AĞACI (Buried)



Eşsizlik kadmindeki bir sima var önümde
Benim her cuma şafağım bir sevi şirkidir
Belki de bundandır Tanrı katındaki unutulmuşluğum
Boğulmalarım, O'nsuzluk katranlarınca kustuğum denizde.


Bir kalem, bir fırça darbesi; göğüs kafesimde bir çift kanat sesi
Ruhum aşkına kök salmış, uçmayı hayal eden bir ağaç
Toprakla bulutları kavuşturmak istercesine, nedensiz
Heyhat o vakit yağmurun ne anlamı kalacak?


Tanrı hasreti yaratmışsa haneme yazarım gider
Bana ne kadar bekleyebileceğimi sorma sakın
Gün gelir, bağrındaki güllerle dallarım bulutları aşar
Gökkuşaklarını arştan izlediğim vakit ne yakın..


Ey aşkı da en doğal hali kadar vakur olan kadın
Ey çocukluk hayallerimi aydınlatan yıldız, gece gündüz,
Kelimelere sığmazken bir Elif harfindesin hala
Bir kağıdın şaşkınlığında, bir tuvalin heyecanında
Bir elin parmaklarının sabırsız suskunluğunda
Yaşasıya sevilensin.
Var ol.



*     *     *
Ben en güzel şiirlerimi tek bir kadına adadım.
O var oldukça kelimeler tükense de yazarım.
Tanrı şiiri kutsasın.



                                            Spring 2015

İTALYAN KÖYÜ (Buried)


Bir İtalyan köyü olmak isterdim
Asma köprülerimin çatlaklarında su sızıntıları
Doğuştan Tanrıça yeşilliklerim,
Uğur böcekleri ve kediler süslemeliydi
Işıldayan buğday başakları rengindeki
Granit kaldırımlarımı..
Hanımlara kardeşçe selam veren tüm erkekler
Şapkalarını çıkartıp,
Pazar yerinde alış veriş yapan hane halkları,
Sade şiirini içinden okuyan uykulu şair
Bir ikindi vakti yazdığı
Mauro Giulani'nin gitar ezgileri eşliğinde,
Ayrı bölgelerde de olsalar, güvercinler ve kartalların
Aynı gökyüzünde uçtukları
İtalyan köyü...





Bana ziyarete gelmeni isterdim
Ve bu huzuru keşfetmeni.



                                            Spring - 2015

USAGİ (Buried)


Dolunaysız, kapkaranlık bir İstanbul gecesinde
Boyacı sandıklarını yastık yapan çocuklar,
Kanatlarını çıkarıp çekmeceye koyan bir melek,
Sağ kolumda pili bitmeyen bir asit yankısı,
Kalbimin paslanmış çarklarına çomak sokmayan bir Tanrı
Ve uğruna kaç kelimeyi amuda kaldırdığım Sen...
Bir özlem vefalı
Ve hislerden öte bir his bu özlem
Can evinden vururken insanı, hala ayakta tutan..
Kaç mevsim sürer dersin bu tatlı hüzün,
Kaç çocukluk hayalim daha atlar yıkık kaydıraklardan..?
İşte yine hortluyor yastığımın altından kalbimin kırıkları
Uyku yok, Tanrı yok, Sen yoksun, ölüm bile yok
Defterimin pencereden atlayası var
Bir de özlemin dedim işte...




Bilir misin, bir resimle
Zamanın ötesinde
Nutuk tutulması yaşamak ne demek?..



                                                         Winter - 2014

ARZ-I HAL (Buried)



Vadideki zambak dişlerini gösterince
Ay ışığıyla tepkimeye giren o zehirli arzular
Kalbimdeki iki odacık arasına delik açar
Ve aşk insana mabedini yaktırır.



Kaybolmadı aslında, işte oracıkta
Bütün yaşama sevincim, sevdiklerim ve bütün kelimeler
Oysa Tanrı öldü burada, "bizler ölünmüyor"
Çünkü
Ben bu karanlığı daha önce de oldum
Ben bu maviyi daha önce de gördüm
Ne deniz, ne gökyüzü; petrol mavisi bu
Gönlümün dehlizlerini fütursuzca bulayan..
Ayağımı basacağım bir çöl bile yok
İçine düşeceğim bir boşluk...
Gözyaşlarım zaman yaratılmadan önce akmış,
Suskunluğum ebediyete dil olmuş gibi..
Silgi tozlarını kül tablasına doldururken ben
Birbirlerine bakmadan kaçıp gidiyor
Bir köprü üzerinden yaşam ve ölüm
Saatler yüzlerini duvara dönmüş ağlıyor,
Hangi zaman diliminde yaşıyorum bilmiyorum
Taktığım maskelerle bir olup suratıma s**tir çekiyorum
Ve bir bebek ciyaklayarak oratoryo veriyor
Şafağın geceyi terki şerefine.





Tanrı ile aram yok
Sen benim için de dua et.



                                     Winter 2014